Dünyamızı ‘hala’ tutabiliriz!
Durdurulamaz nüfus artışı, sürekli artan tüketim alışkanlıkları ve ekolojik değişimler dünyanın sonunu göstermeye başladı. Son yıllarda peş peşe yaşanan afetler, “Gelecek nesiller için yaşanabilir bir dünya olacak mı?”endişelerinin yüksek sesle dile getirilmesine neden oldu.
Politikaların önemi
İklim değişikliği, aşırı sıcaklıklar, eriyen buzullar, seller, yangınlar ve diğer felaketler nedeniyle ile sürdürülebilir yaşam felsefesi, bireylerden uluslararası siyasete yeni bir “zorunlu” yaşam biçimine dönüştü: Yaşadığımız sürece her alanda bilinçli hareket etmek; Gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak; Empati kurmak; Sorumlu davranmak; Yaşam hakkına saygı göstermek… Sanayi devriminden sonra başlayan makineleşme ve sanayileşme, sadece tüketim ekonomisini oluşturmakla kalmadı, ekolojik işleyişi de istikrarsızlaştırdı. Aşırı tüketim nedeniyle hayatımızda yıkıcı değişimler başladı. Birleşmiş Milletler raporlarına göre, dünya nüfusunun %20’si dünyadaki mevcut kaynakların %86’sını tüketiyor. Nüfusun beşte biri kaynakların bu büyük çoğunluğunu kullanmaya devam ettiği sürece sürdürülebilir bir şekilde yaşamamız mümkün görünmüyor.
Nüfusun sadece %20’si çevresel kaynakların çoğunu kullanmakla kalmıyor, aynı zamanda eğitim ve sağlık hizmetleri de dahil olmak üzere ekonomik kaynakların çoğuna erişilebiliyor. Gelişmekte olan ülkeler ise yoksulluk ve cehaletle birlikte nüfus artışını tetikliyor. Bu bağlamda, ekonomik ve eğitimsel eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, sürdürülebilir yaşamın önemli ayaklarından birini oluşturuyor.
Şirketlerin önemi
Küreselleşmeyle birlikte küçük bir köye dönüşen dünyada, uluslararası şirketlerin izlediği politikalar büyük önem kazandı. Bu koşullarda tek amacı kâr elde etmek olan şirketlerin uzun vadeli olması mümkün değildir. Bu nedenle hem üretim aşamasında hem de ofis hayatında sürdürülebilir uygulamaları benimsemeleri zorunlu hale geldi. Öncelikle çalışanlar sürdürülebilir yaşam konusunda bilinçlenmelidir. Çalışanların sürdürülebilir yaşam konusunda bilinçlenmesi ve kurumsal yaşamda kalıcı bir yer edinebilmesi için . Her şeyden önce büyük şirketlerin enerji ve karbon ayak izi çok yüksek. Bunu azaltmak için çevre dostu üretim modelleri uygulanmalıdır. Bu bağlamda sürdürülebilir yaşama katılan örnek şirketler ortaya çıkmaya başladı.
Örneğin, L’Oréal grubu, 2030 yılına kadar tamamlamayı hedefleyen “Gezegen İçin” adlı yeni bir sürdürülebilirlik konseptini dört başlıkta hayata geçirdi. Bu ana başlıklar; İklim değişikliği, suyun sürdürülebilir kullanımı, biyolojik çeşitliliğe saygı ve doğal kaynakların korunması ile mücadele olarak sıralanıyor. Nitekim L’Oréal Vakfı başkanı Alexandra Palt’ın sözleri de durumun ciddiyetini ortaya koyuyor: “İlk sürdürülebilir kalkınma programımızı başlattığımız 2013’ten bu yana dünya değişti. Karşılaştığımız zorlukların ölçeği emsalsiz. Taahhütlerimizin de bu zorluklarla uyumlu olması gerekiyor. Daha iyisini değil, gerekli olanı yapmalıyız.”
Bireylerin önemi
Sanılanın aksine bireylerin sürdürülebilir bir yaşam için attığı her adım çok önemli bir rol oynuyor. Bilmeden yaptığımız alışkanlıklar çevreye düşündüğümüzden daha fazla zarar veriyor. Bunun için yaşam tarzımızda “gönüllü, bilinçli, çevreye ve vücudumuza saygılı” değişiklikler yapmalıyız. Örneğin telefonu gece şarjda bırakmak, yürümek yerine araç kullanmak, yeniden kullanılabilecek veya geri dönüştürülebilecek ürünleri atmak; Olması gerekenden çok daha fazla enerji tüketmek demektir. Bu nedenle hem dünyanın hem de vücudumuzun ömrünü uzatacak bireysel özeni hayatımızın merkezine koymalıyız.
Yeme alışkanlıklarını düzelterek işe başlayabiliriz. Aşırı gıda tüketimi hem dünyaya hem de vücudumuza zarar verir. Her iki durumda da hastalıklar artar ve yaşam beklentisi azalır. Çevresel bağlamda, çöpe gönderilen atıklar, sera gazı oluşturacak şekilde ayrıştırılır. Bu da karbon salınımına neden olur. Vücudumuza gönderilen gıdaların fazlalığı her türlü ölümcül hastalığa neden olan yağ oluşumuna neden olur.
Her yere arabayla gitmek hem gezegeni hem de bizi tüketiyor. Bu yüzden gidebildiğimiz her yere yürümeyi denemeliyiz. Ya da bisiklet kullanmak veya mesafe uzunsa toplu taşıma kullanmak ilk tercihlerimiz arasında olmalıdır. Bu nedenle, bireysel araç kullanımını azaltabilir ve karbon emisyonlarının payını azaltabiliriz.
Doğalgazlı ısıtma gibi sistemler yerine güneş panellerinden ya da rüzgar enerjisinden yararlanmanın yollarını bulmamız gerekiyor.
Ne yazık ki, duş alırken veya lavaboyu kullanırken çok fazla su israf ediyoruz. Oysa su “yaşam” demektir. Çevre gibi, sular bitince hayat da sona erecek. Bunu göz önünde bulundurarak su tüketimimizde çok dikkatli olmalıyız.
Plastik, karton ve kağıt kullanımını mümkün olduğunca azaltmalıyız. Yeniden kullanılabilir kapları tercih etmeliyiz. Plastik şişe yerine cam şişe veya termos kullanmalıyız. Teknoloji kağıt kullanımını azaltmak için çeşitli olanaklar sunuyor. İşe e-posta adresimize gönderilen faturalarla başlayabiliriz.
Geri dönüşümü hayatımızın bir parçası haline getirmeliyiz. Kimyasal atıkları günlük çöplerimizden ayırmamız gerekiyor. Kağıt, cam ve plastik ayrıldıktan sonra çöpe atılmalıdır. Artık kullanılmayacağını düşündüğümüz nesneleri yeniden kullanabiliriz.
Bir denizyıldızını kurtarmak…
Sürdürülebilir yaşam sadece felsefi düşünceyle olmaz. İçselleştirme ve uygulama gerektirir. “Tek başıma neyi değiştirebilirim?” Karamsarlığına kapıldığımızda, hayatta kalan bir denizyıldızının hikayesini hatırlamalıyız.
Bir adam okyanus sahilinde yürürken aceleyle denize bir şey atan birine rastladı. Biraz daha yaklaşınca bu kişinin sahile gelen denizyıldızlarını tek tek attığını fark eder ve sorar: “Bu denizyıldızlarını neden denize atıyorsunuz?” Topladığı denizyıldızını sürekli denize atan kişi “yaşamaları için” der. Adam bu sefer şaşkınlıkla yerdeki yıldızları işaret eder: “Ama burada binlerce deniz yıldızı var. Hepsini kurtarman mümkün mümkün değil. Ne değişecek?” der. Adam yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atar ve “Bak onun için çok şey değişti. Biri hayatta kaldı! Birini kurtardım” der. Andira Vitale…
Condividi: