Vita Gazette

Le notizie dall’Italia.

İtalyan Sineması’nın başyapıtı Monica Vitti       

Alessandro Romano – Balzac’ın “Sarrasine” adlı romanında heykeltıraş Sarrasine, Zambinella’yı bir tiyatroda gördüğünde öyle çok beğenir ki “Bir kadından çok daha fazlasıydı, bir başyapıttı!” diyerek hayranlığını anlatır. Onun için Zambinella, bir insanda aradığı her şeyi kendinde barındırmaktadır. İtalya’nın geçiş dönemlerinde, nesilden nesile bir yıldız gibi parlayan Monica Vitti’yi de en iyi böyle tanımlayabiliriz. Hem dramaları hem komediyi başarıyla yorumlayan, yeteneğini, eşsiz güzelliğiyle harmanlayan, kendine özgü cazibesini ve tarzını hiç değiştirmeyen, cesur, gizemli, devrimci, küllerinden doğan, ama aynı zamanda yeni doğumlara neden olan bir sihir, bir büyüydü…

Monica Vitti, (Maria Luisa Ceciarelli) 3 Kasım 1931’de, Roma’da dünyaya gözlerini açtığında, sinema dünyası da kendine bir çıkış yolu arıyordu. Ülke faşist bir yönetim altındaydı. Benito Mussolini propoganda aracı olarak sinemayı seçmişti…

Telefoni Bianchi

Minik Monica 4 yaşına geldiğinde, ülkede bu amaçla somut adımlar atılmaya başlanıyordu. Centro Sperimentale isimli İtalyan sinema okulu’ndan sonra ‘Cinecitta’ film stüdyoları, devlet tekeli olarak kuruluyor ve bu stüdyolarda halkın algısını yönetecek filmleri üretmeye başlıyorlardı. İtalya’da faşist rejimin altın yılları olarak nitelendirilebilecek 1930-1940 yılları arasında çekilen bu filmler, halkın dikkatini “baskıcı yönetim ve uygulamalardan başka tarafa çekmeyi” algılarını hayal ettikleri zengin ve gösterişli hayatlara doğru kaydırmayı, özetle halkı eğlence ile uyutmayı amaçlıyordu. Melodram, komedi ya da romantizm odaklı çekilen bu pembe filmlerle gerçekçi olmayan hayatların propagandası yapılıyor, toplum kaçış psikolojine sokuluyordu. Monica’nın çok üşüdüğü yıllardı. Soğuk havadan korunmak için kat kat giyindiği için evde herkes ona “Setti vistìni” diye hitap ediyordu.

Yeni gerçekçi filmler

Sonrasında faşizme karşı verilen mücadele ve İkinci Dünya Savaşı sanat dünyasına da yansıyor ve Neorealizm rüzgarları esmeye başlıyordu. 1930-1940 yılları arasında görülmeye başlayan, 1944 ila 1952 yılları arasında doruk noktasına ulaşan Neorealizm aracılığıyla baskıcı yönetime karşı önemli bir duruş sergileniyordu.

Bu dönemde “Beyaz Telefon” filmlerinin abartılı tarzına tepki olarak İtalyan Yeni Gerçekçi filmleri çekilmeye başlıyordu. Amaç: Seyirciye gerçeklik olgusunu hissettirmek ve filme daha nesnel bakılmasını sağlamaktı; Bunun için kameralar sokağa taşındı; doğal ışık kullanıldı; amatör oyuncular tercih edildi; Melodramlar bir kenara bırakıldı;  savaştan sonra zarar görmüş ülkelerin sokakları karakter oyuncuları arasına katıldı; kamera ile anın gerçeğini yakalamaya çalışırlarken aktör ve aktristler de doğaçlama oynuyorlardı. Bir yandan devlet ile mücadele verirken bir yandan da halkı bilinçlendirmeye, gerçekleri göstermeye çalışan düşük bütçeli eserler ortaya koyuyorlardı.  Michelangelo Antonioni, Luchino Visconti, Gianni Puccini ve Cesare Zavattini bu akımın önemli isimleridir. Bu isimler oldukça politik, aynı zamanda estetik devrimci filmlere imzalarını attılar.

Savaş yıllarında keşfedilen yetenek

İtalyan Yeni Gerçekçilik Akımı’nın zirveye ulaştığı yıllarda Monica Vitti önce Pittman’s College’ın, ardından Dramatik Sanat Akademisi’nin kurslarına katılıyor ve 1953 yılında mezun oluyordu. Başlangıçta tiyatrolarda sahneye çıkan Monica Vitti, boğuk sesine rağmen sinemaya seslendirme sanatçısı olarak yaklaşıyordu. Vitti, tiyatroya ilgisini ve yeteneğini, İkinci Dünya Savaşı yıllarında bombalardan sakınmak için sığınaklara indiklerinde kardeşiyle beraber, etrafındakilere yaptıkları kukla şovları sırasında keşfedecekti. 1954 yılında usta yönetmen Ettore Scola’nın “Ridere Ridere Ridere” filminde ilk sinema deneyimini yaşıyordu.

1960’lı yıllardaki yeni politik düzen sinemaya da yansıyor, sansürden uzak özgürlükçü eserlerle İtalyan sineması yükselişe geçiyordu. Bu yıllarda ilk uzun metraj filmlerini çeviren isimlerin ortak özellikleri, ortaya koydukları eserlerinden itibaren belirli bir tarz izlemiş olmalarıdır. Söz konusu filmler Federico Fellini‘nin, “La Dolce Vita”, Michelangelo Antonioni‘nin “L’avventura”, Luchino Visconti‘nin “Rocco e i suoi fratelli”, Vittorio De Sica‘nın “La ciociara” ve Roberto Rossellini‘nin “Era notte a Roma”gibi filmleridir.

Antonioni’nin ilham perisi

İtalyan sineması gibi Monica Vitti’nin kariyerindeki dönüm noktası da Michelangelo Antonioni’yle 1957 yılında tanışması oldu. Antonio yönetmenliğini yaptığı “Compagnia del Nuovo” isimli tiyatro oyununda başrolü Vitti’ye vermişti. “L’avventura” filminde de Vitti’yi oynatacaktı. Antonioni’nin kendi deyimiyle film; “belleği kıt olan, vicdan azabı duygusu yetersiz, kolayca ihanet eden, kolayca uzlaşmaya yanaşan insanın incelemesidir.” Maddi olarak en üst noktaya ulaşmış, ama manevi olarak hala ilerleme kaydedememiş ‘insan tipi’ filmin başlıca konularından biridir. Bu filmde Claudia’nın yaşadığı içsel değişimi Monica Vitti mükemmel  bir şekilde canlandırır. Ve bu filmde gösterdiği performansla Antonioni için iletişimsizlik sinemasının ilham perisi olur. Birlikte uluslararası ve zamansız filmlere imzalar atarlar. 1962’de en iyi yardımcı kadın oyuncu olarak Gümüş Kurdele aldığı “L’eclisse” (1962), “La Notte” (1961) ve “Red Desert” (1964) gibi Antonioniyen varoluşçuluğun uluslararası manifestosunu yazan filmlerde rol alır.

İtalyan usulü güldürüler

70’lere doğru İtalyan sineması gerçekçilikten uzaklaşmaya, İtalyan usulü güldürü ve Spaghetti Western tarzında filmlere doğru evrilmeye ve halkın isteği yönünde eserler vermeye başlamıştı.

Vitti de Antonioni ile sanatsal ve duygusal ortaklığın sonlarına doğru, Alessandro Blasetti’nin “Dört Gerçek” adlı kolektif filminin bir bölümü olan “Tavşan ve Kaplumbağa” (1962) ile komediye dönüş yapar. Ve ilk David di Donatello ödülünü bu filmiyle alır. Devamı, ünlü yönetmen Franco Zeffirelli’nin, Arthur Miller’ın ve Marilyn Monroe’nun hayatını konu alan “After the Fall” isimli tiyatro oyunuyla gelir. Sonrası, “İç çekme”, “Fata Sabina”, “Periler” “Beni öldürmek için acele et, üşüyorum” ve “Bekaret Kemeri” gibi filmler olur. Bunların hepsi 1960’lı yıllarda çekilen filmlerdir. “Silahlı Kız” isimli filmindeki rolü onun parlak bir sanatçı olduğunu yeniden tescilleyecek, 1969’da gümüş kurdele ve David di Donatello ödülünü alacaktı.

Palma’nın İlhan Perisi

Bekaret Kemeri filminde, Michelangelo Antonioni’den sonra hayatındaki ikinci duygusal ilişkiye başlar. Yeni aşkı, 1970’lerin ortalarına kadar tüm filmlerini fotoğraflayacak olan Carlo di Palma’dır. Tıpkı Antonioni gibi, Di Palma da onu ilham perisi yaptı.Vitti sayesinde yönetmenliğe geçişle yüzleşebilen Palma övgüleri temsil eden üç parlak komedi yarattı: “Teresa la thief” (1973 ), “Qui” (1975) ve “Mimì Bluette” (1976).

Geniş bir yelpazede yer alan oyunculuk yeteneği sayesinde ünlü yönetmenler ve Alberto Sordi’den Vittorio Gassman’a, Ugo Tognazzi’den Marcello Mastroianni ve Giancarlo Giannini’ye kadar sinemanın ölümsüz isimleriyle aynı sahnede yer almasına neden olacaktı.

60’lı, 70’li yıllarda ünlü yönetmenler ve isimlerle sayısız filme imza attıktan sonra 1981 yılında “ Il mistero di Oberwald” ile dramatik sinemaya ve Antonioni ile işbirliğine geri dönüyordu. İtalya’da kazandığı ün, altmışlarda ve yetmişlerde, Roger Vadim’in yönettiği “İsveç’teki Kale” (1963), yönetmenliğini yaptığı “Modesty Blaise, öldüren güzel” (1966) gibi uluslararası ortak yapımlarda yer almasına izin vermişti.

Komedi  türündeki “Gizli Skandal” (1990), oyuncu olarak son performansı ve yönetmen olarak tek performansıydı; Bu filmin senaryosuna ek olarak, 27 yıllık birlikteliğin ardından 28 Eylül 2000’de Capitol’de evlendiği fotoğrafçı ve yönetmen Roberto Russo’nun “Flirt” ve “Francesca è mia” (1986) filmlerine de imza attı.

En büyük aşkı Roberto Russo

Kedi gözleri, olağanüstü sesi ve eşsiz güzelliğiyle Monica Vitti, hayatında çok az aşk yaşadı. Hayatına damgasını vuran üç aşk hikayesi, hepsi uzun ve önemli. Ama onun büyük aşkı, hala fotoğrafçı, yönetmen ve kırk yılı aşkın bir süredir hayat arkadaşı kocası Roberto Russo oldu.  İkili, 27 yıllık nişanlılığın ardından 28 Eylül 200’’de Capitol’de evlendi.

Onların hikayesi, her zaman gözlerden uzak yaşanmış yoğun bir aşktı. Sahnelerden çekildikten sonra bu güçlü bağ daha dü güçlenmişti. Çift, Vitti’nin hafızasını zedeleyen hastalıktan beri Roma’da yaşıyordu. Esasında sessiz biri olan Roberto bu kuralını Vitti’nin sağlığına yönelik dedikodular için bozuyordu. “Birbirimizi 47 yıldır tanıyoruz. 2000 yılında Capitol’de evlendik. Hastalıktan önceki en son gezilerimiz Notre Dame de Paris’in galası ve Sordi’nin doğum günüydü. Şimdi neredeyse 20 yıldır onun yanındayım. Monica’nın bir İsviçre kliniğinde olduğunu inkar etmek istiyorum: o her zaman burada, Roma’da bir bakıcıyla ve benimle birlikteydi. Benim varlığım, onun gözleriyle kurmayı başardığım diyalog için fark yaratan şey. Monica’nın gerçeklikten kopmuş, izole bir şekilde yaşadığı doğru değil”. Roberto Russo’nun bu kısacık açıklamasının her yeri derin bir aşkın izlerini taşıyor.

Ve ölüm haberi…

Ve Monica Vitti 2 Şubat 2022’de, 27 yıllık nişanlılığın ardından 2000 yılında evlendiği gerçek bir sevgiliyi, sette geçen 40 yıllık bir kariyeri, zamansız başlıklarda paketlenmiş filmlerle kazanılan uluslararası ününü ve 14 ödülü arkasında bırakarak ölümsüzlerin dünyasına gitti…

error: Content is protected !!