Baba 50 yaşında: Sinema tarihine damga vuran film
Film Eleştirisi: Baba
Alessandro Romano
The Godfather sahneye ilk kez 15 Mart 1972’de çıktı. 50. yılında İtalyan asıllı yönetmen Francis Ford Coppola’nın başyapıtına saygılarımızı sunuyoruz:
Bir efsane; bir dönem; bir aile; bir savaş; logodaki kuklacı iplerinden, Don Vito Corleone’nin yakasındaki kırmızı karanfile, ölüm habercisi portakallara ve kusursuz müziklere kadar zamansız bir sanat eserinin analizi…
İktidarlar ve kuklacılar
Francis Ford Coppola’nın “The Godfather” adlı eseri, yedinci sanatın çok önemli bir kilometre taşıdır. 50 yıl sonra bile siyaset, mafya ve iş dünyası arasındaki ilişkileri, İtalyan folklorunu, italyan aile kavramını, aşkı, kasvetli Shakespeare trajedisini ve vahşeti en iyi tanımlayan film olma özelliğini korumaktadır… Şimdi arkamıza yaslanalım ve 40’lı ve 50’li yılların Amerika ve Sicilya’sına doğru efsanevi bir yolculuğa çıkalım.
Amerika’da mafyanın güç kazandığı 1940’larda ve 1950’lerde New York’ta beş gangster aile vardı. Bunlar iktidar iplerini çeken kuklacılardı. Kurumlardan devasa sermayeye kadar her şey, muğlak hegemonyaya sahip dilsiz liderlerin elindeydi. Hikayemiz bu ailelerden Corleone’nelerin iktidar olduğu dönemle başlar. Baba Vita Corleone politikacılardan iş adamlarına ve uluslararası sanatçılara kadar herkesin davetli olduğu düğünde kızını evlendirmektedir. Her şey yolundadır. New York’un yeraltı suç dünyasının önde gelen ailelerinden biri olan Corleone’ler, yeni filizlenen uyuşturucu pazarına girmek istemeyince işler karmaşıklaşıyor. Ardından Corleone ailesini uyuşturucu ticaretine çekmek isteyen Sollozzo-Tattaglia-Barzini ittifakına karşı mücadele dönemi gelir. Devam filmi, Vito’nun illegal işlerin dışında bıraktığı, ancak babası ağır yaralandığında kendini aile işinin başında bulan en küçük oğlu Michael’ın saltanatına odaklanıyor. Michael hiçbir zaman aile işlerine karışmamıştı. Dünya Savaşı’ndan bir kahraman olarak Amerika’ya dönen bir vatanseverdi. Vito Coleone, en küçük oğlunun bir kuklacı değil, bir senatör veya başkan olmasını hayal ediyordu. Ama “The Godfather” üçlemesi; Michael’ın değişimi üzerine kurulmuştu ve vatansever idealist Michael, içinde bulunduğu şartlar-ortam-sistem nedeniyle acımasız ve yalnız bir mafya patronuna dönüşmek zorunda kalacaktı…
Amerikan rüyasında köklerini kurma çabası
Aile ve göçmenlik gibi toplumsal olgular da filmin ana meselesi olarak öne çıkıyor. Baba Vito Corleone’nin 1901’de Sicilya’dan ABD’ye uzanan zorunlu yolculuğunun sonunda New York’ta tutunma çabasını ve bu süreçte illegal işlere bulaşma sürecine şahit oluruz. Sonrası da İtalyan asıllı bir ailenin, başka bir ülkede köklerini tutturma çabasıdır aslında. İlk kuşağın temsilcisi Vito, başta ailesi ve birlikte çalıştığı mafya üyeleri olmak üzere, İtalyan dostlarına karşı da koruyucu bir tavır içindeydi. Oğlu Michael ise gelenekleri geride bırakmış, etnik kökenini umursamayan ve kapitalist Amerika’ya yakın ikinci kuşaktı. Bu yüzden, “Amerikan Rüyası”nda yer açmaya çalıştığı ailesini korumakta gittikçe zorlanacaktı.
İtalyan aile değerleri
Corleone ailesi, tamamen İtalyan özelliklerine değer veren, doğallaştırılmış bir Amerikan ailesidir: aile kavramının önemini ve kompaktlığını, Sicilya lehçesinde konuşmalarda, “Ailesiyle vakit geçirmeyen adam, gerçek adam olamaz”, “Ağabeyimsin ama bir daha asla aileye karşı taraf tutma” gibi cümlelerde ve eski geleneksel tariflere göre hazırlanmış zengin ve bol yemeklerde ve ilişkilerde görüyoruz. Corleones’e göre ‘aile’ kan bağlarının çok ötesine geçen bir kavramdır: ailesinin sevgili çocukları, “zayıf ve güvensiz Fredo, dürtüsel ve öfkeli Sonny, duygusal ama kararlı Conniez ile, kuklacı değil ipleri elinde tutan bir güç olmasını hayal ettiği Michael’den” oluşmaktadır. Bu aileye Tom Hagen figürü de dahildir. Don Vito Corleone’nin evlat edinilen hukukçu oğlu ve danışmanı olan Tom bir profesyoneldir. Corleone ailesini çok sever ve kendisini baskı altına alan durumlarda bile netliğini ve profesyonelliğini korur.
“Adaleti senden istiyorum”
Film, ABD yasalarının ona veremeyeceği adaleti arayan bir İtalyan göçmenin ağzından çıkan şu sözlerle açılır: “Amerika’ya inanıyorum. Amerika’da şansım döndü.” Ve hemen sonrasında, Amerika’ya inancın nasıl yetersiz kalabileceğini gösterir. Cenaze müdürü Amerigo Bonasera, Don Vito’nun düğün evine gelmiş, ondan adalet istemektedir. Kızına tecavüz etmeye çalışanlara, kızı direnince yüzünü parçalayanlara karşı Don Vito’dan misilleme intikam saldırısı talep eder. Bu sırada dışarıda, düğüne gelen politikacıların fotoğraflarını çeken gazetecilere şiddet uygulanmaktadır. Başyapıtlarda sıklıkla olduğu gibi, gerçek bir niyet beyanı olan ve izleyiciye daha sonra görecekleri her şeyin koordinatlarını verebilen bir açılış sahnesidir bu!
İyi ve kötünün birleşimi
Bonasera’nın hikayesi, Corleone ailesinin ve daha genel olarak tüm İtalyan-Amerikan organize suçunun hikayesiyle aynıdır: The Godfather, kötülük üzerine gerçek bir incelemedir. İtalyan müziklerinin eşlik ettiği büyük masalarda, neşeyle gerçekleşen düğün töreni sırasında, organizasyona dahil olan birçok insan, reddedilemeyecek teklifler yapmaya veya katı kuralları ihlal eden herkesi soğukkanlılıkla infaz etmeye hazırdır. Coppola’nın bizi kelimenin tam anlamıyla şaşkına çeviren bir insanlıkla temsil ettiği bir dünya: Böylece kendimizi, yeğeniyle ya da güvendiği kişilerle sevecen oyunlara dalmış bir suçlu için taraf tutuyor buluyoruz. Bir cinayete gösterdiği özeni bir paket Cannoli’ye de veren Clemenza’yı yakından hissediyoruz.
Aslında, The Godfather’da hikayenin açılışından başlayarak içsel bir insanlığa şahit oluyoruz. Bu, Don Vito Corleone’yi büyülü bir ışık perdesiyle sarılmış, huzurlu bir sessizlik içinde bulmakla başlıyor. Neredeyse mafya etiği, gerçek dostluk, kör intikam ve kedi okşamalarıyla gelişen, mitlerden arındırılmış bir efsane inşa edercesine doğal bir karşıtlık sergileniyor. Böylece The Godfather’ın anlatımı ölçülü ve nazik ritminde gelişiyor, üzerine ikonik ve unutulmaz görüntüler dikiyor.
“Kim daha saf Kay?”
Ve Sicilya’da aşkı bulduğu karısı Apollone’nin bombalanmasından sonra duyarlılığını kaybeden idealist Michael’in eski aşkı Kay’i yeniden bulduktan sonra aralarında geçen şu diyaloğu izleriz: Kay: “Baban gibi olmayacağını sanıyordum.” Michael, “Babam diğer güçlü insanlardan farklı değil. Başkalarına karşı sorumlulukları olan biri. Bir senatör, bir başkan gibi” yanıtını verir. Kay, “Söylediklerinle ne kadar saf olduğunu görmüyor musun?” der. Michael “Neden?” diye sorar. Kay, “Senatörler ve başkanlar adam öldürtmezler” diye yanıtlar. Michael, Kay’in yüzüne bakar: “Hangimiz saf, Kay?” Ve Baba II’de, kendisinden rüşvet isteyen siyasetçiyi reddeden Michael’in, “Siz sahtekarları ve riyakarları küçümsüyorum” diyen senatöre verdiği, “Senatör, hepimiz o riyakarlığın parçasıyız” yanıtı, sistemin gerçekçiliğini özetleyen “kalıcı bir cümle” olarak unutulmazlar arasındaki yerini alıyordu.
Bu sözler, başyapıtı her zamankinden daha güncel hale getiren bir başka ahlaki ikilemi ortaya koyarken, 50 yıl sonra da “çok daha gerçekçi!” bir uyarı olmaya devam ediyor.
Yozlaşmış politik teşkilatı, Las Vegas’ın kuruluşu, uyuşturucu ticaretinin yaygınlaşması ama bir yandan da yükselen ekonomi, refah devletinin yükselişi bu dönemi anlatan gelişmelerdir. Michael Corleone hukuk eğitimini yarıda bırakarak İkinci Dünya Savaşı’na katılmış, babasının geleceğin senatörü ve başkanı olarak hayal ettiği idealist bir gençtir. Ailenin göz bebeği ve “kirli işlerden uzakta tutulan” oğludur. Ama şartlar onu “Amerika’ya inanmaktan” vazgeçirir. İnanacağı Amerika’yı da kendi bildiği yöntemlerle kendisi yaratacaktır. Bu yıllar, Vietnam Savaşının etkilerinden kurtulamayan, idealleri söndürülmüş 68 kuşağının da yetiştiği bir dönemdir.
Muhteşem koro
Tüm zamanların hitlerinden olan The Godfather, Marlon Brando, Al Pacino, James Caan, Robert Duvall ve Diane Keaton gibi sanatçıların yeteneklerini sergiliyor. Bu filmin başarısının birçok nedeni vardır: olağanüstü kadro kalitesi, Gordon Willis’in fotoğrafları, Nino Rota’nın müziği, Coppola’nın yönetmenlik yeteneği ve kararlılığı. Ve çeşitli türleri başarıyla karıştırması: gangster hikayesi, drama, aile destanı, trajedi, tarihsel drama, aksiyon filmi ve romantik…
Gordon Willis’in kasvetli fotoğrafıyla sarılmış Vito Corleone’nin (Marlon Brando) oyunculuk performansı göz kamaştırıyor. Vito Corleone’ye karakteristik bulldog görünümünü vermek ve aynı zamanda onu yaşlandırmak için pamuk dolgulu yanaklar, saçları yaşlandırmak için kafadaki yağ ve karakteri karakterize etmek için kullanılan alçak ve boğuk bir ses… Hepsi Brando’nun ikonlaşmasına katkıda bulunuyor.
Al Pacino (Michael Corleone), Godfather dünyasında mükemmel bir kinetik karakter olduğunu ortaya koyuyor. Kurnaz, zeki, somut; sürekli ve aralıksız bir evrim, onun ve etrafındakilerin yaşamını alt üst eder. Michael, filmin en ünlü sekanslarından birinin kahramanı, filmin temelindeki ikili karakterin güçlü bir şekilde açıklayıcısıdır: Michael’ın “vaftiz babası” olarak katıldığı vaftiz sahnesi bunu net bir şekilde gösterir. Rahip duayı okurken kan dökülür. Törenin kutsallığına ve Corleone ailesinin heyecanına, bir kanlı operasyon ile bir org sesi eşlik eder.
Filmin unutulmazlığına, muhteşem bir koro kadrosundaki geniş ikincil karakter grubunun katkısı da çok önemlidir. Coppola sürekli silahlı çatışmalar arasında duran karakterler için de mükemmel yüzleri seçerek, tüm ustalığını ve sinematik yeteneğini bir kez daha gösteriyor. Çok sayıda olağanüstü karakter oyuncusunun ortasında, kelimenin tam anlamıyla her gözenekten yeraltı dünyasını fışkırtan, sırasıyla korkulu kardeş Fredo, yansıtıcı ve analitik danışman rollerinde John Cazale ve Robert Duvall gibi iki aktörün yorumları göze çarpıyor.
Ve film, hayatında şiddetten, kanunsuz işlerden hoşlanmayanları bile etkiliyordu. Çünkü çok samimi ve sahiciydi. Çünkü halen geçerli sistemi başarıyla aktarıyordu. Çünkü sadece silahlar patlamamış, Amerika’nın ve göçmenlerin dönüşümü de filme aktarılmıştı. Çünkü onlar için sadece para ve güç değil, gelenekler ve aile de önemliydi.Ve tüm bu duygular izleyicilere başarıyla geçiyordu…
Işık, müzik ve alegorilerle yazılan öyküler
The Godfather’da Amerika’nın yanısıra -Michael’in köklerine döndüğü bir dönemde- kırsal ve pitoreks resmedilmiş Sicilya da aktif bir rol alıyor. Nino Rota’nın kusursuz müzikleri, Coppola’nın başyapıtını ustalıkla tamamlıyor. Ray Evans, Johnny Farrow, Jay Livingston, Nino Rota, Marty Symes ve Carmine Coppola’nın imzasını taşıyan soundtrack’lerde en meşhur giriş müziği Rota’ya aittir. Hafızalarda yer eden bu melodi, bir Sicilya halk şarkısının düzenlemesiydi. Aydınlık ve karanlık arasındaki karşıtlık, filmin ikili boyutuna atıfta bulunur: Kahramanların yüzlerinde, önemli özelliklerini vurgulayarak, tamamen öyküsel bir ışık oyunu çalışır. Baba, genellikle alegorileri kullanan uzun metrajlı bir filmdir: portakal, kan kırmızısı suyu olan tipik bir Sicilya meyvesi, genellikle acı verici bir olay veya cinayetin habercisi gibi görünür. Afişteki The Godfather yazısındaki kuklacı, Baba’nın kucağında sevgiyle tuttuğu kedi, yakasındaki kırmızı karanfil hepsi filmin mesajlarına yapılan vurgulardır.
1974’te çekilen “Baba II”, iki hikâyeyi paralel bir şekilde anlatır. Michael’ın ailenin başına geçmesi ile baba Vito’nun bir mafya babasına dönüşme süreci geriye dönüşlerle birlikte perdedeydi. 1901’de Sicilya’da mafyanın baskısından Amerika’ya sığınan dokuz yaşındaki Vito, New York’taki İtalyan Mahallesi’nde hayata sıfırdan başlamıştı. Gençliğinde bir mafya liderini öldürünce saygınlık kazanan Vito, yavaş yavaş Don Vito’ya dönüşmüştü. Görevi devralan oğlu Michael (Al Pacino) ise ailesinin hem intikamını almaya hem korumaya çalışırken babasının aksine hırslı ve acımasız biri olacaktı.
Uzun yıllar sonra Coppola, Mario Puzo’yla masa başına oturarak “Baba III”ü oluşturdu. Üçüncü filmde dünyada Reagan ve Thatcher’ın liberal rüzgârları eserken, Michael artık çokuluslu şirketlerle ortaklık peşindeydi. Bu sayede Corleone ismini temize çıkaracaktı. Ama 60 yaşını geçmişti ve bir varise ihtiyacı vardı. O, varis yeğeni Vincenzo “Vincent” Mancini’ydi. Ama işler Michael’ın öngördüğünden farklı ilerleyecek ve ünlü mafya babası geçmişini sorgulamak zorunda kalacaktı. 16 sene sonra 1990’da gösterime giren üçüncü filme, Coppola “Michael Corleone’nin Ölümü” adını vermek istediyse de Paramount izin vermeyecekti.
“Baba III”ten sonra Mario Puzo, son filmde oynayan Andy Garcia’nın da cesaretlendirmesiyle dördüncü filmin çekilmesini istedi. Hatta senaryonun yarısını yazmıştı bile. Bu bölümde Vito’nun oğullarının çocuklukları canlandırılacaktı. Paramount teklifi reddedince 1999’da Puzo’nun vefatıyla proje rafa kalktı.
Tüm zamanların en iyi filmi
Sinema tarihinin en unutulmaz üçlemeleri arasında yer alan “Baba” serisi Oscar ödüllerinden, Golden Globe’ye,, Bafta’dan David di Donatello’ya onlarca ödül aldı. Ama en önemlisi “Tüm Zamanların En iyi 100 Filmi” sıralamalarında ilk sıralardaki yerini hiç bırakmadı.
50 yıl aradan sonra, yönetmenin gözetiminde film, laboratuvarda yaklaşık 5.000 saate mal olan bir restorasyon ve her karesinin revize edilmesinin ardından Mart ayı başında tüm dünyada sinemalara geri döndü.
Godfather, büyük ekranın Olympus’unda ikonik sekanslar bırakarak sinema tarihine incelikle uyan “sonsuz güzelliğin” bir başyapıtıdır. Francis Ford Coppola’nın unutulmaz filmi vizyona girdiği günden itibaren zarafeti ve ölümsüzlüğü ile izleyicileri büyülemeye devam ediyor.
Condividi: