Baba Filmi : Bar Vitelli
Ayfer Selamoglu
Sicilya’nın kartpostal güzelliğindeki, masal kasabası Taormina’dayım. “Klasik filmler ve ölümsüz yönetmenler” listemin ilk sıralarında yer alan “The Godfather” filminin çekildiği mekanlar arasında bulunan dağ köyünü keşfetmek istiyorum. Bunun için Mesina’ya bağlı bir Ortaçağ kasabası, Savoca’ya (Sicilian: Sàvuca) gitmem gerekiyor. Taormina’dan, “Il Padrino-The Godfather-Baba” isimli günlük tura katılıyorum.
Üzeri açık, turuncu renkli tur otobüsünde giderken, araca yerleştirilmiş küçük bir ekrandan Baba filminin Savaco’da çekilen sahneleri yolculara eşlik ediyor. Sevimli ve cana yakın şoförümüz sahneler değiştikçe görüntüyü durduruyor, mekanlarla ilgili bilgiler veriyor. Dar ve dik yollar, kartal yuvası gibi yukarıya kurulmuş efsanevi köy, Apollonia ve Michael’in karşılaşması, Bar Vitelli’daki diyaloglar, Apollonia’nın babasıyla tanışma, kilisede yapılan düğün ve benzeri sahneler. Filmi, dün gece belki 20. kez izlemiştim. Her bir sahnesini, her bir diyaloğu artık ezbere biliyordum. Ama yine de -ilk kez izliyormuş gibi- keyifle izledim…
El değmemiş doğal güzelliğini ve tarihini koruyan Savoca’nın sınırlarına girer girmez, kendimi Baba filminin çekim setine girmiş gibi hissediyorum. Virajlı dağ yollarından tepedeki dağ köyüne çıktık. Otobüsten iner inmez herkes gibi ben de filmin efsanevi bölümlerinden birinin yaşandığı Bar Vitelli’ye yöneldim. Dünyanın her yerinden insanlar, Coppola’nın başyapıtının unutulmaz bölümlerinden birinin geçtiği yeri görmek için buraya geliyordu.
Nihayet Bar Vitelli’nin bahçesinin önündeyim. Baba filminin müziklerini yapan Nino Rota’nın ezgileri bulunduğum yere kadar ulaşıyor. Bara girer girmez filmdeki her şeyin, tabeladan, bahçedeki sandalyelere, yanındaki yoldan, önündeki saksılara kadar, aynı şekilde durduğunu fark ediyorum. Bir masaya oturmadan önce içeriye geçtim. Duvarlar, Michael ile Apollonia’nın tanışmalardan, evlenmelerine kadar karelerle dolu. Bolca düğün fotoğrafı. Ve üçleme filmin sahnelerinden fotoğraflar… İçerisi Baba filminin müzesi gibiydi. Fotoğraflara tek tek, acele etmeden baktım. Michael, Apollonia ve Signor Vitelli’nin oturduğu, dokunduğu eşyalara dokundum. Bar Vitelli, sihirli bir zaman yolculuğu makinasına dönüşmüştü.
Masama oturur oturmaz barın önündeki Piazza Fossia’ya kurulmuş, her yere hakim Francis Ford Coppola’nın heykeli dikkatimi çekiyor. Yönetmenimiz de geldiğine göre film başlayabilirdi. Gerçekle hayal birbirine karışıyor. Ve ikinci kadehimi yudumlarken oyuncuların arasına karışıyorum.
Annelerimiz, teyzelerimiz, kuzenlerimiz ve arkadaşlarımızla birlikte kasabanın dağ eteklerindeyiz. Şarkılar söylüyor, nadide bitkiler topluyoruz. Eğlenceli bir günün sonunda içi bitki ve çiçeklerle dolu hasır sepetlerimizle evlerimize dönüyoruz. Kasabanın en güzel kızı, en yakın arkadaşım Apollonia da bizimle birlikte…
Dar ve dik yollardan dolaşa dolaşa kasabanın merkezine geldiğimizde yakışıklı bir genç ve silahlı iki adamla karşılaşıyoruz. Silahlı olanlardan birinin “Aman tanrım” Aşık oldum” dediğini duyuyorum. Ama Apollonia, silahsız olanın derin bakışlarında çoktan kaybolmuştu… Uzun uzun bakışıyorlar. Üç adam bize bir şey demiyorlar. Yürümeye devam ediyoruz. Tam dönerken, silahlı adamlardan birinin, “Michael, Unut gitsin! Sicilyalı kadınlar silahtan daha tehlikelidir, dikkatli ol” sözleri fısıltıyla çınlıyor…
Sonra Apollonia ile babasının barına gidiyoruz. Bizden hemen sonra, biraz önce karşılaştığımız genç adamlar da geliyor. Köşedeki boş masaya oturuyorlar. Şarap siparişi verdikten sonra Vitelli amcaya karşılaştıkları kızı tarif ediyor, onu tanıyıp tanımadığını soruyorlar. En son mor renkli elbisesini ve saçındaki bandı da tarif ederek, “Bu güzel kız, İtalyan’dan çok Rum’a benziyordu” diyince hava birden değişiyor. Onlarla neşe içinde sohbet eden Vitelli amca, kızın elbisenin rengini ve saçındaki tacı duyunca sinirlendi. “Hayır, şehrimizde öyle kızlar yok” diyerek, bir hışımla masadan kalktı ve içeri geçti. Barın içinden bağırma sesleri geliyordu. Sesler daha da artınca, silahlı adamlardan biri panik içinde konuştu: “Kızıymış, hemen gidelim buradan:” Ama genç yakışıklı adam, kendine güvenli ve kararlı bir ses tonuyla, “Babasını buraya çağır” talimatını verdi. Vitello amca, şimdi gencin karşısındaydı. Genç, önce Vitelli Amca’dan özür diledi. Büyük bir saygı ve nezaketle Apollonia ile tanışmak istediğini söyleyerek, bunun için izin istedi. Kendini tanıttı: “Sicilyada gizlenen bir Amerikalıyım. Adım Michael Corleone. Bu bilgiye çok para verecek, çok insan vardır. Ama o zaman kızınız babasız kalır. Kızınızın bir kocası olması daha iyi değil mi? Kızınızla tanışmak istiyorum. İzninizle ve ailenizin gözetiminde.” Vitelli ikna olur ve Michael’i pazar günü evine çağırır. Michael kızının adını sorar, Vitelli amca sakinleşmişti: “Apollonia” der…
Sonrası masal köyün, masal gibi aşkıyla devam eder. Apollonia ile Michael ailelerin gözetiminde biraraya gelirler. Masalar hazırlanır, hediyeler verilir. Onlar önde, aile mensupları ve biz köy halkı arkalarında romantik nişanlı gezmelerine çıkarlar.
Barda dinlendikten sonra Arnavut kaldırımlı dar yolu takip ederek köyün tepesinde bulunan 14. yüzyıldan kalma St. Nicolo Kilisesi’ne doğru çıkıyorum. Baba fiminin müziklerini bu kez ben mırıldanıyorum. Düğünümüz var. Köyü keşfetmek ile manzarayı seyre dalmak arasında gidip-gelerek, film sahnelerinin eşlik ettiği rüya gibi bir zamanın içinde kayboluyorum. Renkli balkonlar, pencereler ve balkonlardan taşan rengarenk çiçekler, otantikliğini koruyan coğrafya, taşın hakimiyetindeki sade mimari, her yeri sarmış mor salkımlar, bölgeye uygun küçük ve şirin otomobiller rüyamı gerçeğe dönüştürüyorlar.
Kiliseye gittiğimde tören başlamıştı. Beyaz gelinlikli Apollonia ile siyah damatlık elbisesi içindeki Michael dizlerinin üzerindeydi. Yakasına, masumiyetin ve saflığın simgesi beyaz bir çiçek takmıştı. Küçük nedimeleri yanlarındaydı. Rahip her ikisini karı koca ilan ettikten sonra onları kutsadı. Sonra düğün kortejinin peşine takıldım. Önde beyazlar içindeki kasabanın bandosu, arkasından Michael’in korumaları, devamında gelin ve damat ve arkada aile ve biz kasabalılar müzik eşliğinde yürüyorduk. Kadınlar ellerindeki kordeleli sepetlerden, kortejin üzerine pirinç ve şeker fırlatarak yürüyorlardı. Dar ve kıvrımlı sokaklardan inerek düğün evine gittik. Yeni evli çift, misafirlerine ikramları elleriyle yaptılar. Ve mutluluk dansıyla tören sonlandı.
Çok mutluydular… Ama Michael’in köklü geçmişi peşlerini bırakmayacaktı. Tanışma günü gördüğümüz Siyah Alfa Romeo 6C, bir kez daha hayatlarını değiştirecekti…
Düğünden sonra Arnavut taşlı dar yollardan Bar Vitelli’ye geçtim. Yönetmen Coppola ve Al Pacino’nun granite di limoniyi çok sevdiklerini biliyorum. Ve Baba filmi müzikleri eşliğinde Granite di limoniyi onlar için de yudumlamaya başladım. Yanına bir tabak tipik yerel tatlılardan istedim. Muhteşem Akdeniz manzarasının tadını sonuna kadar çıkarmak istiyordum. Sonrasında, bademli tatlı ile bir kahve söyledim. Bunları da Apollonia, Michael ve büyük aşkları için içecektim… Dönüş yolunda hala Apollonia ile Michael’i düşünüyordum…
Condividi: