Kedilerin Dahileri
Prenses Vanessa
Bizim için “Asil hareketleri, gizemli karakteri, meraklı, bağımsız ve özgür ruhuyla eşsiz” diyorlar. Belki de bu yüzden yüzyıllar boyunca imparatorların, kralların, kraliçelerin, yazarların, sanatçıların ve politikacıların derin sevgisini kazandık. Özgür ruhumuzu korumamıza rağmen en yakın, vazgeçemedikleri hayat arkadaşları olduk…
Roma imparatoru Ottaviano Augusto anılarından birkaç satırını kedisine ayırmıştı; “Güzelliği ne kadar narin ve ince, ruhu ne kadar asil ve bağımsız; özgürlüğü kısıtlayıcı bir bağımlılıkla birleştirme yeteneği ne kadar olağanüstü.”
Dante, bacaklarına kıvrılmış siyah renkli bir kediyle yazardı.
Francesco Petrarca, kedisi Dulcina’yı çok severdi. Kaybettiği sevgilisi Laura’ya aşkını anlattığı yazılarının birinde kedisine olan tutkusunu şöyle ifade ediyordu: “Laura, hayatımın aşkı, ölümünden uzun bir süre sonra bile kalbimden çıkaramadığım o tartışmasız kraliçe. Bir gün, ‘önceliğini baltalayan’ bir kedi hayatımın bir parçası oldu.”
Yakın dostlarımızdan Pablo Neruda, bizim için yazdığı “Kediye Türkü” şiirinde canlılar içinde bir tek kedinin, kedi olmaktan başka bir şey istemediğini söyler ve “Her kedi katıksız kedidir. Bıyıklarından kuyruğuna kadar. Yalnız kedi, baştan beri kusursuz biçimdeydi” der.
Kraliyetler arasında da dostlarımız vardı. Laregina Vittoria’nın “Beyaz Heather” adlı İran kedisine ailenin bir üyesi gibi davranılırdı. Fransa Kralı Louis XV, bir Türk angora kedisi olan Brilliant’a çok bağlıydı. Fransa’da kalan Kardinal Richelieuche öldüğünde oldukça büyük bir servet bıraktığı 14 kedisi etrafını sarmış bir şekilde yanında bekliyorlardı.
Hz. Muhammed de bizleri çok severmiş. Her zaman yanında olan Müezza isimli bir kedisi varmış. Bir gün Müezza peygamberin seccadesi üzerinde uyuyakalmış. Onu rahatsız etmemek, ancak elbiseye ihtiyaç duymak için, kedisinin üzerinde durduğu kumaş parçasını kesmiş ve cübbenin geri kalanını giymiş. Atalarımız bu nedenle bizlerin 7 canlı olduğunu nesilden nesile aktarır.
Leonardo da Vinci bazı çalışmalarını ve çizimlerini bize adadı. Ama tek ressam o değildi. Chagall, Picasso, Kirchner, Renoir, Monet, Novella Parigini kedileri betimleyen bilinen sanatçılardı.
Biz kediler ve edebiyat ayrılmaz bir ikilidir. Masa başında çalışanlar, yazanlar bilir, bir kediniz varsa sizinle birlikte oturur, bilgisayarınıza, notlarınıza ortak olur. Büyük kedi severler olduğu bilinen birçok yazar vardır. Charles Dickens yazarken masasından ve yanı başından ayrılmayan kedisi Bob’un ölümünden sonra mektup bıçağının tutmaç kısmına Bob’un patisini taktırmış. Böylelikle Bob’dan hiç ayrılmamış. Dickens’ın, “Bir kedinin sevgisinden daha büyük bir armağan olabilir mi?” sözü kedilere olan olan sonsuz sevgisini özetliyor. William Shakespeare, Hırçın Kız’dan Fırtına’ya, IV. Henry’den Macbeth’e, Venedik Taciri’nden Hamlet’e ve Romeo ile Juliet’e kadar yazdığı oyunlarda kedilerden tam 44 kez bahseder. Dostlarımızdan Edgar Allan Poe’nin “Bir kedi kadar gizemli yazabilmeyi isterdim,” sözleri sınırsız hayal gücümüzü ve kurgu dünyamızı ifade eder. Hemingway, Baudelaire, Mark Twain, Sylvia Plath, Bronte kardeşler, Stephen King, Françoise Sagan, Raymond Chandler, Bernard Shaw, Jean Paul Sartre, Ray Bradbury ve daha birçoğu Dickens ve Poe gibi düşünüyor olmalı. Çünkü hepsi kedi sevdalısı yazarlardır.
Yetmedi müzikallerin (Kediler) ve animasyon filmlerinin (Aristocats) kahramanları da olduk. Tarihi Tom ve Jerry’den, Çizmeli Kedi’ye ve 44Kedi’ye kadar çok önemli eserler bize adandı. Kedilerle ilgili ilgili film ve kitap sıkıntımız hiç olmadı: James Bowen’ın çok özel bir sokak kedisi ile karşılaşma hikayesini anlatan “Bob ile Yürüyüş” filmi tüm dünyada ünlüdür.
Kedi severler büyük ihtimalle yukarıdaki hikayelerden kendilerini tanıyacaklardır. Ve bizleri “bazıları tarafından çok sevilen” ve “diğerleri tarafından nefret edilen” bir hayvan yapan şey, tam da bu istediği şeyi görünür bir çaba göstermeden elde etme yeteneğidir.
Bizlerin sinema dünyasında da çok değerli dostlarımız oldu. Claudia Cardinale, Sophia Loren, Gina Lollobridige, Merly Streep, Ingrid Bergman, Monica Vitti, Vivien Leigh, Marilyn Monroe, George Clooney, Sean Connery, Alain Delon, Marily Monroe, Laurence Olivier ve Stanley Kubricks bunlardan sadece birkaçını oluşturuyor.
Karakterimizi, “asil, bağımsız ve özgür ruhlu” olarak tanımlıyorlar. Akılcı bir duyarlılığa sahip olduğumuzu da söylüyorlar. Gerçekten mükemmel sezgilerimiz vardır. Bir de çok meraklıyız. Keşfetmeye bayılırız. Hayata pozitif bakarız. Bu yüzden olsa gerek hayatta en sevdiğimiz yer, kendimizi huzurlu ve güvende hissettiğimiz evimizdir yani hayat adamızdır. En rahat, en konforlu, sıcak ve sakin köşeler bizimdir. Nasıl, nerede ne kadar uyuyacağımıza, ne yapacağımıza ve anlarımızı nasıl geçireceğimize biz karar veririz. Bunlardan asla taviz vermeyiz. Ama her zaman acınızı da mutluluğunuzu da paylaşırız. Bunun için gözlerimize bakmanız yeterlidir. Bizi görmek istemezseniz biz de sizi unuturuz. Bir daha buluştuğumuzda kinimizi unutmuş bir şekilde ilişkimize devam ederiz. Biz kendi halimizden çok memnun, kendine güvenli ve anlayışlıyışlı canlılarız. O yüzden paylaşmayı sevenlerin yakın dostlarıyız… Haydi sizler de yakın dostlarımızdan biri olun, hayatınızı, dahiliğe kadar ulaşabilecek varlığınızı çoğaltın…
Condividi: